Ana içeriğe atla

yeni bir yaş

yine bir merhaba ile bu yazıma da giriş yapayım bakalım. yaklaşık 15 dakikadır benim doğum şu an sanırım. genelde doğum günü yazımı son dakikalarda yazardım ama bu sene hemen yazmak istedim. sanırım her şeyin değişiği gibi benim de değiştiğim şeyler oluyor.


geçen sene 3 farklı kutlama olmuştu bana. hayatımda ilk kez böyle bir şey olmuştu. ama hep insanlara doğum günü olduğunu hatırlatan, bir şeyler beklediğimi sezdiren bendim. çünkü insanlar benim için bir şey yaptığında dünya daha güzel bir yer oluyordu. ben öyle hissediyordum. tabi ben ısrarlara boğmadan hiç kimsenin bir şeyi düşündüğü olmuyordu. sanırım olgunlaşma sürecinin en kötü şeylerinden birisi de bu. yarın herhangi birinin benim için bir şey düşüneceğini zannetmiyorum. bir mesaj, belki bir 1 dakikalık bir konuşma.. ötesinin olması için daha iyi bir insan olmam gerekiyor çünkü. insanların hatalarını kabul eden, onları yargılamayan. kırgınlıkları düşünmeyen. bu sene hiç kimseye hatırlatma gereği bile duymadım. inanın kendim bile düşünmedim. günler gelmiş geçmiş hoppala bugüne gelmişim. artık monotonluk, durağanlık hiç bir heyecan getirmiyor bana hayata dair. her günü ertesi gün ölecekmiş gibi yaşamaya başladım sanırım. bitse de gitsek diyor geçiştiriyorum. 

ilk kutlayan kişinin de, diğer kırgınlıklarıma oranla daha fazla hatamın olduğu birisi olması da cabası tabi. ikinci de liseden almanca hocam oldu. ne kadar harika bir hayat değil mi? bugünler bir daha gelmeyecek. daima ileri gittiğimiz bu yaşam şeysinde aslında ne kadar da anlamsız şeyleri kafaya takıyoruz bir bilseniz. mesela ben bu doğum günü şeyini çok kafama takardım. 

hiç unutmam, ilkokulda sınıfta bazı kişilerin doğum günü olunca anneleri pasta alır, tüm sınıf yerdik. o  kişi o gün en özel kişi olurdu, hediyeler alırdı. çok kıskanırdım biliyor musunuz? çünkü benim öyle bir olayım olmadı. ne anneme pasta parasını verecek modern bir baba, ne de kendi imkanları benim neşemi yerine getirmeye yetecek annem vardı. ah canım annem. eve geldiğimde bana bisküvili puding pastası yapardı, üzerine de bir tane mum koyardı. o gün çok üzgün olurdum. neden benim de diğerleri gibi kutlanmadı diye ama annem bir şekilde telafı ederdi. her sene bana; "seni iyi ki doğurmuşum" derdi. o zamanlar bu sözün pek bir anlamı yok gibi gözükse de, şöyle bir düşününce gerçekten insanının kalbini titreten bir olaymış. keşke yaşasaydın da yine deseydin. bana tek bir cümlen yeterdi be anne. 2010 yılında bana bir tane kitap almıştı. ismi "çocuk kalbi", doğum günümde vermişti. kitabın kapağını açtığım an içim yanar. dünyanın en güzel hediyesi benim için odur. acındırma için üzgünüm ama şu an aklıma gelebilecek tek kişi annem sanırım. huzur içinde yat. bugüne kadar sana layık olamadım, belki bundan sonra olurum ne dersin? beni iyi ki doğurmuşsun...

beklentiler öldürür arkadaşlar. bu sene hiç bir şeyden beklentim yoktu. o kadar içim rahat ki, çünkü böyle bir beklentiye girebileceğim yakınım yok. şimdi bloga yazınca yine beklentiymiş gibi oluyor. ama inanın yok ya. vallahi yok. gelecekteki ben ciddiyim he başka her cümleme şüpheyle bakabilirsin ama buna bakma. içim  bir kuş kadar hafif. herkes hak ettiğini yaşar bu hayatta. bazıları yaşamaz ama ben yaşayan taraftayım. çektirdim ki çektiğim bazı şeyler var.

doğum günüme yakışır şarkıyı da şuraya bırakayım da öyle devam edeyim. elbette florence..




yeni yaşımdan ne bekliyorum biliyor musunuz. biraz daha olgunluk... 

artık insanları değerlendirirken kendi mutluluğumdan ziyade, ortada herhangi bir sorun olmaması mesela. herkesin birbirine değer verdiği bir ütopya. zor bence, daha mı içime kapanırım ne dersiniz. bir sonraki yaşımda bambaşka mı olur her şey? kim bilir yaşamak lazım. buradaki aktör de ben olacağım sanırım. dublör kullanmak için haklı bahanelerim olsa da, bir gün çekip gideceğiz ne önemi var?

50 dakika olmuş bak kimseden tık yok ha ha ha. pastayı 15'inde yiyeceğiz, ev arkadaşımınki de 16 ocak çünkü. orta yolunu iyi bulmuşuz dimi. prestij filminden bir yazıyı da alta atıp çekip gideyim uzaklara...

"Her sihirbazlık numarası üç bölüm ya da perdeden oluşur. Birincisi "Vaat" bölümüdür. Sihirbaz size sıradan bir şey gösterir. İskambil destesi, bir kuş ya da bir insan. Bu nesneyi size gösterir. Son derece gerçek, üzerinde oynanmamış, normal bir şey olduğunu görmeniz için nesneyi incelemenizi ister. Fakat gerçek, farklı olabilir. İkinci perdeye "Dönüşüm" denir. Sihirbaz olağan bir nesneyi alır ve onu olağanüstü bir şeye dönüştürür. Hilenin sırrını arıyorsunuz, ama bulamazsınız. Çünkü dikkatli bakmıyorsunuz. Siz sırrı bilmek değil, kandırılmak istiyorsunuz. Henüz alkışlamazsınız, çünkü bir şeyi yok etmek yeterli değildir. Onu geri getirmeniz gerekir. İşte bu yüzden her sihirbazlık numarasında üçüncü bir perde bulunur. İçlerinde en zorlusu. Bizlerin deyişiyle "Prestij". "

size ne demek istediğimi söylemek isterdim ama büyük ihtimalle tahmin etmişsinizdir...

sevgiler







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

connected2.me rehberi

Merhaba arkadaşlar bugün günlük hayatta işinize çok yarayacak bir rehber ile karşınızdayım. Yalnız mısınız? Sosyal hayatınızda herhangi bir kadını veya erkeği etkileyebilecek yetenekte olduğunuzu düşünmüyor musunuz? Umutsuzluğunuz sizi intihara götürürken son bir durak arayışında mısınız? Neyse ki connected2.me var. Anonim olarak kadınları veya erkekleri kendinize bağlayıp onlarla bir gelecek kurabi.... Tabii ki palavradan ibaret. Bu uygulama kesinlikle ölüm. Kesinlikle psikoloji bozan bir şey. Neyse ki ben size bugün muazzam bir rehber hazırladım. Öncelikle kullanıcı tiplerine şöyle bir göz gezdirelim. -link isteyenler Uygulamanın yüzde doksanlık kısmını oluşturur. Bakmayın öyle anonim falan gözüktüğüne, eğer çirkinseniz herhangi biriyle konuşamazsınız. Özellikle kadın kısmının "bio" adını verdiğimiz açıklama kısımlarında genelde şunlar yer alır; "linksiz gelme." "link atmayana cevap vermiyorum." "linkle veya sesle gel." "kim...

bedelini ödedim

 işte yine been işte yine bir yazı..... mer mer mer merhaba... uzun süredir uyumak için kıvrandığım sırada, bir türlü uyuyamamam üzerine kafamdan geçenlerin artık bir şekilde buraya dökülmesi gerektiğine karar verdim. yataktan kalkmadan önce kafamın içinde milyonlarca ışık yılı misali dönen şeylerin hepsi buray aktarılacak mı bu da ayrı bir merak konusu. ama beni biraz tanıyorsanız bunun olmayacağını biliyorsunuzdur.  dostlar... çok yoruldum ya gerçekten bak acayip yoruldum. üstelik bu yorgunluk boş oturmaktan geliyor. hatalar silsilesi öyle bir noktaya getirdi ki hayatımı. hani ufak ufak umutlar tükenir ya o noktaya gelmek üzereyim. bu kadar potansiyelli bir insan nasıl olur da hiçbir şey başaramaz aklım almıyor. elimi neye atsam kuruyor mantığı oluşmaya başladı. bilemiyorum daha ne kadar dayanacağımıı ama ne yüzümde o eski gülüş kaldı ne o heyecan. uyku bile uyuyamuyorum artık. asla rahat değilim vs. vs. uzar gider. buraya sadece neden kötü durumda olduğumu yazsam paragrafla...

Değişim, değiştirmenin anahtarı mıydı yoksa öyle mi sandım.

Yorgunluğumdan değil, tembelliğimden. Bu kadar sıkıcı, bu kadar moron, bu kadar banel... bir insan davranışından değil kendi hayatımdan bahsediyorum. Sanki az gişe yapmış o güzel filmde yanrollerdeyim (kaan abime selam olsun bi gün ünlü olursan telif öderim). Ne istediğimi bilmedim, ne istemediğimi bildiğim kadar. Kendi hayatımı, karakterimi, yaşamımı sürekli ezip durmak bana da bir şey katmıyor merak etme.. Bir bardak kaynar suyu elim yanmadan pilava dökmek gibi değil yaşamak, aslında benim için sıralarsak bu hayat baya zor.. Mesela bembeyaz bir halı almalı insan, yıllarca kullanmalı.. Sonra da her izin, ne zaman çıktığını hatırlayacağı bir gün olmalı. Belki anıları katlayıp cebimize koyamayız ama en ufak sinyal bile sizi geçmişe götürebilir. Mesela aklıma ne zaman tıp gelse, annemle yaşadığım dişçi maceram gelir. Aslında çok öncesi değil 3-4 yıl ama annem yanımda yok artık. Annemi arayamıyorum. Aslında biliyor musun bazen annemi aramayı çok istiyorum, nasılsın demeyi kendimi ...