Ana içeriğe atla

fırtınalarım olsa da bu ara güneşliyim

herkese merhabalar sayın blog okuyucuları. cumartesi sabahının ilk saatleri içimden bir şeyler yazmak geldi. ancak ne yazacağımı da pek bildiğim söylenemez. başlığa da yüzyüzeyken konuşuruzun yeni albümünden bir parçanın içinden bir söz ekleyeyim dedim. hayal gücüm bu kadar işliyor ne yazık ki. bilemiyorum sayın blog birazcık keyfim kaçık..

peki neden keyfimiz kaçar? bir olay olması şart mıdır? bilmem bence şart değildir. hiç bir şey olmadan da mutsuz hissedebiliriz. ben genelde mutsuz hissederim. bana türlü işkenceler etseniz bile bunun sebebini söyleyemem. çünkü ben de bilmiyorum.

kendimi depresyonda hissetmiyorum son zamanlarda. sanırım bir şeyler düzelmiş...

kararlar almak istiyorum blog. cesur kararlar. hayatımın yönünü değiştirecek kararlar.  lakin bir türlü olmuyor. peki ne engelliyor beni? üşengeçlik mi? korku mu? yetersizlik mi? inanın bilmiyorum. bir gece kafamı yastığa koyduğumda (bu aralar sabahları koyuyorum :d ), yarın yeni kararlar alacağıma, yeniden başlangıçlar yapacağıma öyle bir inandırıyorum ki kendimi. ama o ertesi uyandığım anlar kafamdan uçuyor gidiyor o kararlar ve her şey eski düzenine geri dönüyor. neden böyle olduğu konusunda hiç bir fikrim yok ne yazık ki. keşke böyle olması yerine, beynimin içinde de kararsız ve yetersiz birisi olsaydım. tüm bunlar olmazdı herhalde. şöyle diyelim, ruhum ve bedenim çok zıt karakterler. bir türlü anlaşamadılar gitti.

ne demiş florence;

If you could only see the beast you've made of me..

"Beni çevirdiğin vahşi hayvanı bir görebilseydin."

I held it in but now it seems you've set it running free...

"Onu zapt ettim ama şimdi sen onu serbet bırakmışsın gibi görünüyor."


one flew over the cuckoo's nest (guguk kuşu diye geçiyo bizde) filmindeki martini karakteri bana çok dokundu. bilmiyorum epey bir içimi sızlattı. onu da bu yazıda hatırlamak istedim. bu arada jack nicholson çok büyük oyuncudur. bunu da buraya not edeyim.



howl şarkısını ayrı bir sevdiğimi de not edeyim. blog blog değil iyice not defteri oldu. 


biliyorum zaman pek merhametli birisi değil. dün savurduğunu bugün geri verebilir. ama önemli olan onu nasıl kullandığın değil. onu gerçekten kullanp kullanmadığındır. yoksa nefes almak yaşamaksa, dünyanın en güzel yaşayanı benim yahu...

odaklanmalı ve yeni kararlar vermeliyim. önüme ne çıkarsa çıksın aşabilecek tek kişi kendimim. bu yolda hiç kimsemin olmaması anormal değil doğuştan gelen bir şeydir. artık bunu kabullenmeliyim. çünkü şikayet ettikçe, yakındıkça bir yere varamam. unutma hayat sana ne getirirse getirsin yine sen aynı yerde olacaksın, yani beyninin içinde. eğer teknoloji gelişir ve beynimizin içinde başkaları da yorum yapabilirse bu dediğim değişebilir. ancak şu şartlarda ben, yine benimleyim.

sevgiler


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

connected2.me rehberi

Merhaba arkadaşlar bugün günlük hayatta işinize çok yarayacak bir rehber ile karşınızdayım. Yalnız mısınız? Sosyal hayatınızda herhangi bir kadını veya erkeği etkileyebilecek yetenekte olduğunuzu düşünmüyor musunuz? Umutsuzluğunuz sizi intihara götürürken son bir durak arayışında mısınız? Neyse ki connected2.me var. Anonim olarak kadınları veya erkekleri kendinize bağlayıp onlarla bir gelecek kurabi.... Tabii ki palavradan ibaret. Bu uygulama kesinlikle ölüm. Kesinlikle psikoloji bozan bir şey. Neyse ki ben size bugün muazzam bir rehber hazırladım. Öncelikle kullanıcı tiplerine şöyle bir göz gezdirelim. -link isteyenler Uygulamanın yüzde doksanlık kısmını oluşturur. Bakmayın öyle anonim falan gözüktüğüne, eğer çirkinseniz herhangi biriyle konuşamazsınız. Özellikle kadın kısmının "bio" adını verdiğimiz açıklama kısımlarında genelde şunlar yer alır; "linksiz gelme." "link atmayana cevap vermiyorum." "linkle veya sesle gel." "kim...

bedelini ödedim

 işte yine been işte yine bir yazı..... mer mer mer merhaba... uzun süredir uyumak için kıvrandığım sırada, bir türlü uyuyamamam üzerine kafamdan geçenlerin artık bir şekilde buraya dökülmesi gerektiğine karar verdim. yataktan kalkmadan önce kafamın içinde milyonlarca ışık yılı misali dönen şeylerin hepsi buray aktarılacak mı bu da ayrı bir merak konusu. ama beni biraz tanıyorsanız bunun olmayacağını biliyorsunuzdur.  dostlar... çok yoruldum ya gerçekten bak acayip yoruldum. üstelik bu yorgunluk boş oturmaktan geliyor. hatalar silsilesi öyle bir noktaya getirdi ki hayatımı. hani ufak ufak umutlar tükenir ya o noktaya gelmek üzereyim. bu kadar potansiyelli bir insan nasıl olur da hiçbir şey başaramaz aklım almıyor. elimi neye atsam kuruyor mantığı oluşmaya başladı. bilemiyorum daha ne kadar dayanacağımıı ama ne yüzümde o eski gülüş kaldı ne o heyecan. uyku bile uyuyamuyorum artık. asla rahat değilim vs. vs. uzar gider. buraya sadece neden kötü durumda olduğumu yazsam paragrafla...

Değişim, değiştirmenin anahtarı mıydı yoksa öyle mi sandım.

Yorgunluğumdan değil, tembelliğimden. Bu kadar sıkıcı, bu kadar moron, bu kadar banel... bir insan davranışından değil kendi hayatımdan bahsediyorum. Sanki az gişe yapmış o güzel filmde yanrollerdeyim (kaan abime selam olsun bi gün ünlü olursan telif öderim). Ne istediğimi bilmedim, ne istemediğimi bildiğim kadar. Kendi hayatımı, karakterimi, yaşamımı sürekli ezip durmak bana da bir şey katmıyor merak etme.. Bir bardak kaynar suyu elim yanmadan pilava dökmek gibi değil yaşamak, aslında benim için sıralarsak bu hayat baya zor.. Mesela bembeyaz bir halı almalı insan, yıllarca kullanmalı.. Sonra da her izin, ne zaman çıktığını hatırlayacağı bir gün olmalı. Belki anıları katlayıp cebimize koyamayız ama en ufak sinyal bile sizi geçmişe götürebilir. Mesela aklıma ne zaman tıp gelse, annemle yaşadığım dişçi maceram gelir. Aslında çok öncesi değil 3-4 yıl ama annem yanımda yok artık. Annemi arayamıyorum. Aslında biliyor musun bazen annemi aramayı çok istiyorum, nasılsın demeyi kendimi ...