Ana içeriğe atla

ufak bir uğrama

     merhaba. beni beklemiyordunuz değil mi? açıkçası ben de kendimi beklemiyordum. hem de bu halde, hem de bu şekilde. açıkçası şaşkınım da, çünkü geldiğim noktanın iyi mi kötü mü olduğunu bilemeyecek haldeyim. aslında işin esprisi de, "kötü" olarak çizdiğim yolun artık bir belirsizleşme noktasında olduğu gerçeği. sahiden böyle midir? tüm umutların sona erdiği bir noktada, yeni kapılar mı açılır? aslına bakarsan bir gıdım ilerleyememişsindir. yani ilerlediğini düşünmemişsindir. lakin yine de bir başka bakış anında ise kendini ilerlemiş görürsün. 

    bitmiş tükenmiş bunca şeyin, birden bire aslında "devam edilebilir" olduğunu öğrenmek çok garip bir his. hala kilometrelerce yolum var biliyorum. hatta bu ölçü birimi bence "güneş yılı" olarak bile revize edilebilir. ama ilerliyorum çocuklar. hem de fıtı fıtı ilerliyorum. bazı yerlerde ilerlemem üzüntüyle karşılanacak olsa bile, belki bir çok doğruya göre yanlış olsa bile ilerliyorum. gıdım gıdım bir ilerleme. yeterli olup olmadığını hiç kimse bilmiyor ama bütün hesaplamalarımda yerimde sayan ben şu an ilerliyorum. işin en ilginç kısmı da karakter değişimi kısmı. bugüne kadar olduğum kişiyle hiçbir sorunum olmadı. bazı şeylerin beni getirdiği kişi ile ise başta çok sorunum oldu. kabul edemediğim anlar oldu, limitimin dolduğu anlar oldu. onu da aştık. derinlemesine farklı birisi değilim ama eskisi gibi de değilim. aramızda kalsın ama sanki daha olgunum. bu biraz da iş bitiricilikle alakalı bir şey. hayatta işe yaramak gerekiyormuş gerçekten. son yazımın üzerinden öyle uçuk kaçık zamanlar geçmedi biliyorum. yine de aradaki farkı görseniz aklınızı kaçırabilirsiniz. asla emin olamazsınız, belki bir gün benim en prime zamanlarım gelebilir. bu bir ihtimal ama neden bilmiyorum kendime bahsettiğimde; "saçmalama yeaa" demediğim bir ihtimal. 

    peki neler oldu? aslına bakarsanız değişen hiçbir şey olmadı. çeşitli tecrübeler oldu. yenilikler oldu. öğrenme süreçleri oldu. yaşadıkça öğrendiğimiz şeyler oldu. elbette size bu yazıda bir iki anıdan bahsedeceğim. hala burayı okuyan akıl almaz kişilere de bolca selam olsun. seneler geçti ve birileri buraya bakmaya devam ediyor. belki de başka bir şey için geliyorsunuz ama gördüğüm sayılar gerçekten hoşuma gidiyor. keşke size daha çok içerik sunabilseydim. günü geldiğinde, yani burayı baştan sona okuduğumda ne yazdığımı ben de merak ediyorum. hayatta yaşanabilecek çok zor şeyler yaşadım. neticede kendim ettim kendim buldum her şeyin farkındayım. yine de şunun sözünü veriyorum. bir daha başıma kötü şeyler geldiğinde kesinlikle mağdur kişi olacağım. hayatımı buna göre yaşamaya karar verdim. suçu başkasına atamamak gerçekten çok büyük yük. eli kolu bağlanıyor insanın resmen. oysa sorumluluğu üstünden atıp, saf mağduriyeti yaşayabilmek daha kolay. belki bu bütün olumsuzluklara da iyi gelen şey odur. böyle davranan kişiler eminim ki vardır. iyi yoldasınız işte. sizin gibi olabilmek isterdim ama kendimi aklayamıyorum. bir sonraki sefere diyelim biz en iyisi.

    aslında yaz güzel bir yazdı. ben yaza bir ay daha ekliyorum. çünkü eylül de burada çok sıcaktı, yazdan hiçbir farkı yoktu. vantilatörü kapattığım ve şort yerine eşofmanla yattığım zamanlar ekimin ortalarıydı çünkü. garip bir deneyimdi. kendimi iletişim yönünden çok geliştirdim. herhangi bir çekingenlik kalmadı, her insanla konuşabilecek hale geldim. utanmak diye bir şey kalmadı. eskiden simaları hatırlayamaz, karıştırırdım. şimdi onu da aştım, bir gördüğüm tipi bir daha görünce tanıyabiliyorum. bana çok şey kattı bu süreç. ve bin kere de razı olsun beni kışın da tuttular. daimi bir personel yaptılar beni. işimi elimden gelecek en iyi şekilde yaptım. gün geçtikçe, imkanlar ve yetkilerim arttı. ilk zamanlar etliye sütlüye karışmayan ben, gerektiği zaman ayar veriyorum herkese. işleyişi korumakla görevli bir komiser edasıyla, nerede bir çatlak görsem düzelmesi için mücadele veriyorum. burayı çok sahiplendim. umarım utandıracak bir şey yapmadan devam ederiz, ve bir gün sonraki adımı atabiliriz. çok çok iyi insanlar tanıdım. içten pazarlıklı olanları da vardı elbette ama insan ayırt etmeyi de biliyorum galiba. başıma iş açmadım. nerede ne konuşacağımı bildim. sağlam ve ne yaptığını bilen bir kaya gibi yer aldım. 

    burada her elektrik kesildiğinde kısa bir süreliğine karanlık oluyor. jeneratörün harekete geçmesi için gereken o birkaç saniye. elektronik aygıtlarda bu kesilme yok ama, onlar için ekstra bir "ups" var. her şey karardığında, elektronik aletler kararmıyor. yine de etrafın birden kararması garip hissettiriyor. gerçi böyle anlarda jeneratörün de aniden harekete geçtiği o ses de olunca, yaşadığın hissiyatın derecesi de artıyor. karanlık olmasının bir atmosfere bağlanması gibi. her karanlık olduğunda kafamın içindeki her neyse sıfırlanıyor mesela onu fark ettim. son zamanlarda karanlık buraya uğramıyor. bir karanlığa ihtiyacım var. her şeyi kaybetmek değilmiş mesele, yeniden başlarken kuracağın dengelermiş çünkü. gerçekten böyle olmasını hayal eder miydim acaba? bu seferki temelin kusursuz olması konusunda bir hassasiyetim var. hiç kimseye bahsetmiyorum bunlardan. içimde patlamasından korkuyorum. o yüzden bir karanlığa ihtiyacım var. şöyle bir kaç saniye falan. beklenmedik bir anda!

    başarı kelimesine odaklandım bir ara. başlamakla aynı kelime köküne sahip bir kelime. gerçi o kadar dil bilgim yok. farklı da olabilir. başlamakla epey benziyor. başarı işi de benzer bir kadere sahip mi acaba? yok sanmıyorum hiç kimse bunun böyle olduğunu düşünmez. başarı başarıdır. başlamak ise bir yerden başlamaktır. birisinin bir başarısı var ve yeterince tebrik edemediğimi hissediyorum. aklıma uzun bir mesaj yazıp, ne hissettiğimi aktarmak vardı ama anlamsız mı olur bilemedim. "neden bana yazmıyorsun?" diye sormuştu arkadaşlarımdan biri. bilmem neden yazmıyorum? yazsam vakit de geçerdi oysa. yoksa yazmak mı istemiyorum. o zaman neden bazen aklıma uzun uzun bir şeyler yazıp bu başarısına ne kadar mutlu olduğumu aktarmak geliyor? gerçekten kendim başarmış kadar mutlu olmuştum onun için. 

    sezon kapanınca bakkal da kapandı. aslında market ama, bu rezilliği yaşattıkları için "bakkal" statüsüne geçirdim bu arkadaşları. ne yani, kış geldi diye dükkan mı kapatılır? gece on ikiden sonra yetim bir çocukcağız gibi ortada kaldım. en yakın yer 15 dk yürüme mesafesinde. ne yapayım koca oteli kitleyip çıkayım mı? bu insanların tembelliği yüzünden ortada kaldık. bir ihtiyacım olduğu zaman erkenden yola çıkıp, gerekli ihtiyaçlarımı alıyorum. çünkü sigara içmezsem boş hissederim dimi. yanıbaşımda market olunca hayat ne rahatmış cidden. bu gibi meseleler artık popüler gündemim gibi! yine de hepsini kınıyorum. gelecek sezon açtıklarında; "ooo bakıyorum da kimler gelmiş!" şeklindeki tepkimi göstereceğim. 

    babamların evine haciz gitmiş. bildiğimiz iki memurun, kasalı bir kamyonetle gidip; "selamm haciz vakti..." dedikleri bir ortam. ben adreste olmadığımdan dolayı bu gelişleri boşa olmuş tabii ki. burada iki olay yaşadım. birincisi, uyap'daki haciz tutanağına baktığımda; "bizimle bir ilgisi yok, kendi sorunları bizi ilgilendirmiyor." ibaresi. diğeri de, bu gidişleri engellemek için ikametgah dediğimiz şeyi buraya almam gerektiğinde, dedenin bana uyguladığı tarife oldu. birinci olay tamamen rezillikten ibaret. babamın telefonda telaşeyle; "nolur nolur hallet şu işi." demesi mesela. bazı şeylerden emin olmak güzel ya. sanki hayat tamamen yüzüme yüzüme çarpıyor bazı şeyleri. tam da uzun zamandır aramadığım için, içimi kırıntılarla sarmaya başlayan pişmanlık kapıyı tıklattığı zaman. neyse ki bundan sonra böyle bir sorun kalmadı. hattımı da değiştirdiğimde beyfendiyle tek bağım, aramızdaki olayın isimlendirilmesi olacak gibi duruyor. ikinci olayda ise, böyle konuların kolay olmadığını öğrenmekle başladı. yani elbette bu tarz personeller, yapabiliyormuş bunu ama daha kurumsal, daha büyük otellerde olacak bir şey. benim gibi "sıkıntılardan ibaret" biri için bunu yapmak zorunda değillerdi. zaten işin finalinde dedenin onayı gerekiyordu. uykusuz gözlerimle ve saygı çerçevesinde imzalatmak için yanına götürdüğümde; "hayatım herkes zor günler yaşayabilir. çekinmene gerek yok!" diyip direkt onay vermişti. bu adam bazen benim burada çalıştığımı bile hatırlayamayan bir adam! ne diyeyim ki. inşallah biraz daha ölmezsin koca reis! ayrıca piyanoyu çalmama da izin veriyor. geçen sekiz yaşında bir kız, çalmaya yeltendiğinde; "antika o velet!" diyip kovalamıştı. değerli hissetmek diyince de böyle!

    bazı icralar, ricalar üzerine dönermiş meğersem. bu işin en başında bana kurdukları baskıyı öyle bir karşıladım ki elleri kolları bağlandı. bir kart düellosu gibiydi mesela şu "haciz" meselesi. o da biliyordu aslında çalıştığım yer ve ikametgahımın farklı olduğu için, orada olmayacağımı. işin sadece tat kaçırmak, huzur bozmak olduğunu. pazarlık esnasında özenle rica etmiştim; "aramız bozuk lütfen böyle bir şey yapmayın..." diye. o kartını oynadı, ben de karşı kartımı oynadım. şimdi eli kolu bağlı, istediğini yapabilir. üstelik o günlerde, elimdeki paradan ne kadar vereceğim konusunda onlarla pazarlık yapmak zorundayken ben, şu anda bu konuda özgürüm. istersem en sona bırakırım bile! bu hamlemden sonra, dil de yumuşadı mesela! ehh hayat bazen de böyledir. diğerleri de sürekli kendilerini hatırlatıyorlar. bunlarla bir sorunum kalmadı. ödeme planımı sunduğum gibi bitti iş. herkes payına düşeni alacak. daha fazla koparmak için, bana şirin gözükmeniz gerekiyor çocuklar! bendeki rollenmeler de bir harika, borçlu olan benim ama. böyle bir konuda güçlü hissetmek beni farklı yönlere itti diyebilirim. kocaman bir dağ gibi gözüken olayın üstünü traşlamaya başladım sanırım. belki de karşıma yeni oyunlar çıkaracaklar, tekrar bozmaya çalışacaklar moralimi ama ben de öğrendikçe savuşturacağım. 

    herkese verecek bir cevabım var. bugün geriye dönüp baktığımda, başıma gelen her şey daha anlamlı. üstüm, başım, yüzüm, gövdem.. aklıma ne gelirse çizik içinde kaldı. yaralandı, yer yer kanadı. bir çeşme gibi kan boşaldı. en güzel günlerim, en güzel dönemlerim hepsi aktı içimden. kendimi boşluğun içinde sonsuza düşer gibi hissettim. yine de yok olmamışım işte. yine bitmemiş bazı şeyler. kendime yakıştıramadım yeniden yaşamayı, devam etmeyi, birinden hoşlanmayı, canımın çektiği şeyleri yapmayı. ondandı bütün kavgam aslında. hayata devam edecek hakkı görmüyordum kendimde. bugün hiçbir şey umurumda değil biliyor musunuz? her olayda, her fikirde, her eylemde kendi çıkarımı düşünüyorum. bunu da net şekilde gösteriyorum. kendimi en iyi ben iyi ederim çünkü. o kendini düşünen halim geri dönmeye başladı. hiçbir şeyi takmadan çıkarına bakıyor. bu filmin devamı da olacak. her şeye cevap vereceğim gün de gelecek. tek amacım bu diyebilirim. 

    neredeyim ben? nereye gidiyorum? bir şeyler oluyor hayatta. çok feci şeyler. insan anlamlandıramıyor. bir şeylerin değişme hızı, bir şeylerin oluşma hızı ve nihayetinde bir şeylerin kaybolma hızı. çok yakın zamanda oturduğum sandalye tak diye kırıldı. birden bire yerde buldum kendimi. geçen sefer daha kötü düşmüştüm, fiziksel olarak acı çektiğimi hissetmiştim. bu sefer aynı his olmadı. sanırım düşmeyi öğrendim. daha evvel bildiğim bir duygu olduğundan olsa gerek bu seferki düşüşüm kontrollüydü. tabi kocaman cüssem sandalyenin altında kalmıştı ve çıkmak için çok dar bir alanım vardı. neden bilmiyorum bu kırılmanın sebebi ben değilim, koltuğu sürekli ileri geri yaslayan çocuk. çünkü bu koltuğa otururken hep dikkatli oturdum. yeniden kırmamak için hassasiyet gösterdim. eğer kıracak olsaydım veya dikkat etmeseydim oturma şeklim daha ansızın olurdu. ben ne yaptım? her seferinde narince bıraktım bedenimi o koltuğa. yani bence sebep ben değilim. bundan eminim. bir şişko olduğum için bu koltuk kırılmadı. kendimi geçen seferki gibi aciz hissetmiyorum. geçen seferinde her şeyin suçlusu bendim. dolayısıyla bedenimdi. dolayısıyla geçmişimdi. ancak bu sefer konunun benimle hiçbir alakası yok. yine ben otururken kırıldı. yine o düşme anını ben yaşadım. 

    bu hissiyat başka bir konunun kilidini açtı. ben galiba veremli de değilim. değil mi? bir zarar teşkil etmiyorum. uğursuz bir yaratık değilim. sessiz, zararsız bir insanım ben. tek yaptığım gözükmek ve bir yerden sonra gözükmemek. biraz gözlerimi kısıp bakınca, kendimi soktuğum durumlar aklıma geliyor. belki de anlık bir his içerisindeyim. yarın yine bu yangıncı kişiliğime geri döneceğim ama kayıtlara geçen şu anlarda, ben çok düzgün bir insanım. öyle hissediyorum. acaba haksızlık mı ettim kendime? ya da haksızlığa uğramaya müsaade mi ettim. kendimden ne kadar ödün verdim acaba? hepsi arka arkaya biriken sorular. farklı düşünüyorum bu aralar. aklıma kötü şeyler gelmiyor. acaba kontrolü mü kaybettim. neden sorunlarımı görmezden gelmeye başladım? alıştım mı? kabullendim mi? her şey düzelmedi ki. bu rahatlık gerçekten sorgulanması gereken rahatlık. ya da hiç dokunmasam mı? akışına mı bıraksam? hiç inandırıcı gelmeyecek biliyorum ama akışına bırakabileceğimi düşünüyorum şu anda. aklımı kurcalayan hiçbir kurmaca yok şu anda. tamamen aklanmış bir kişiyim. beraat ettim içimdeki davadan sanki. belki de böyle devam edecek bilmiyorum. 

    otelde bir kız işe başlamıştı. aslında en başından beri biliyorum ama hakkında hiçbir şey bilmiyordum. taa ki bir ara, resepsiyon zili çalana kadar. çamaşırhane anahtarını getirmiş ve ismimi soruyordu. bir mana veremedim. çünkü sebepsizdi. kesin işin içinde bir iş vardır dedim. sonraki üç gün boyunca her sabah yanıma uğradı. bazen bir kahveyle, bazen sadece sigara için. hakkımda sorular sordu. ilk iki gün yine şüpheci davrandım. üçüncü gün hafif yumuşar gibi oldum. dördüncü gün öğrendim ki, herkesle böyle muhabbet edip ses kaydı alıyormuş. herhangi birisi hakkında kötü bir şey söylersek elinde koz olması için. tabi ben uyurken çok şey oluyor. bu ortaya çıkmış ve biletini kesmişler. açıkçası biraz garip hissettim. yani ağzım zaten sıkı tek bir açık vermemiştim de gerçekten burada birinin gelip benimle hususi sohbet etmesi çok akla mantığa uymuyordu. o yumuşamadan dolayı çok kaptırmamışız neyse ki. şimdi ben şüpheci olmakta haksız mıyım? turizm sektörüne mi bağlayalım bu konuyu? yoksa ufak bir tatsızlık mı diyelim. sanırım cevabı biliyoruz. dediğim gibi ağzım kapalıydı zaten bir şeye onay veriyorsam da kafamla vermiştim. "sen bir psikolog gibisin. seninle konuşmak çok güzel" kısmı hoşuma gitmişti ama. hayatımda hatırlamayacağım bir insan olacak galiba.

    aslında düşününce, yukarıdaki olayda da; "ben ezik bir insan olduğum için benimle konuşmuyorlar." yerine, "gece herkesin uyuduğu saatte buradayım. benden birinin çıkarı olamaz." diye düşünüyorum şu an. sahiden he nasıl oldu bu. garip bir sıkıntı var benim kafada. ilaç etkisi diyeceğim de çok düşük bir dozda sadece dopamin arttırıcı bir şey kullanıyorum. bir de uyku hapı yani. bunlardan ötürü birden tüm vizyon değiştiyse kafayı yeriz mesela en temizinden. yok ya ben gerçekten alışmaya başladım. eskiden yalnız başına düşünmek çok fazla endişeye yol açıyordu. ama bir kaç zamandır tam tersi bir etki var. kendi yaralarımı sarıyor gibiyim herhalde.

    günler geçiyor, işler bir şekilde yoluna giriyor. eski çaresizliğimden eser kalmadı desem doğru konuşmuş olurum. hani bir şeyler artık benim için normal gibi geliyor. ben de böyle yaşamalıymışım, ben de buna göre hareket etmeliymişim. içinden çıkılır, çıkılmaz. zaten benim elimde olmadan çıkılmasına yönelik şeyler yapıyor hayat. yaşaman kısıtlanmıyor ama her hareketin de izleniyor gibi düşünelim. üstüne ben de her hareketime dikkat edeceksem bir anlamı yok. "bir şey yanlışsa kesin cezamı" modunda olmak daha iyi. hala doğru düzgün uyuyamıyorum. aslında çok yorulduğumda bütün gün uyuyorum tam on dört saat falan hem de. ama sonraki bir kaç gün yine başlıyor saatlerin geçip, benim uykuya geçmeme halim. bu işin biraz üzücü kısmı. yine de kendimi yorgun hissetmiyorum. gündüzlerim bir şekilde daha iyi geçmeye başladı. eskiden izin yapmayı anlamsız bulurdum, ne yapacaktım o odada diye. geçenlerde bir izin aldım ve herhangi bir boşluk hissetmedim. üstelik öyle aham şaham bir aktivitem de yoktu. sonraki gün işe geldiğimde de normallik hissettim. hani hayatta bazı şeylerden kaçınma yolu olarak kullandığım iş meselesi, o kadar da tutkulu gelmedi. işimi hala mükemmel yapıyorum, öttürüyorum burayı. ancak eskisi kadar ince çizgilerle ördüğüm bir mücadele değil. bir iş hakkında öğrenebilecek her şeyi öğrendim sanırım. gözüm kapalı yaşıyorum bu iş süreçlerini. hayatımdaki bir başka normallik de bu olsa gerek. 

    bir şeylerden korkmamayı, bir şeylerden kaçmamayı, bir şeylerden çekinmemeyi öğrenmeye başladım. bu benim için çok zor bir süreç. önceki hayatımda da pek beceremezdim. şimdi bazı duvarları yıkıp, bunları başarmaya çalışıyorum. nihayetinde ben bir insanım. hepimizin içindeki iskelet, benzer şeyleri ifade ediyor olsa gerek. gerisi tamamen zihinle alakalı. olgunlaşmalıyım, yaşımın insanı olmalıyım. peki ya çocukluğum, şeytan uçurtmalarım? içimdeki hevesi, heyecanı yakmak mı gerekiyor illa bunun için? ortası yok mudur hiç? herkesi memnun edecek bir şey bulmalı, onun için savaşmalı. 

    kendini daha iyi hissetmek üzerine düşünmeye başladığımda, aklıma hep bu otel gelir. herkesin gelip geçtiği, kimsenin sonsuza kadar kalmadığı bir yer. bir kapıdan girer, başka bir kapıdan çıkarsınız. ama burada kaldığınız süre boyunca, belki birkaç saat, belki bir gece, her şey yolundaymış gibi hissedersiniz. o anların geçici olduğunu bilirsiniz ama yine de değerli gelir. kendinizi, olduğunuz yerden kopmuş, başka bir hayatta, bambaşka biri gibi hissedersiniz. işte bu his, bazen insanı iyileştirmeye yeter. bir otel odası, sizi sizden alır. penceresinden dışarı baktığınızda gördüğünüz manzara size ait değildir; komodinin üzerindeki lamba, yatağın başındaki tablo, hepsi geçici bir dekorun parçalarıdır. ama belki de tam da bu yüzden, sizi kendi yüklerinizden uzaklaştırır. kendi hayatınızın her köşesine sinmiş hikayelerden bir an olsun sıyrılıp boş bir sayfa gibi hissedersiniz. belki pencereyi açıp içeriyi havalandırırsınız; belki yatağa uzanıp tavana bakarsınız. ne yaparsanız yapın, o geçicilik duygusu size iyi gelir. otel, her şeyden önce bir fırsattır. dışarıda koca bir şehir, içeride sessiz bir oda… hangisini seçeceğiniz size kalmıştır. isterseniz dışarı çıkıp yeni sokaklara karışır, hiç bilmediğiniz bir yere doğru yürürsünüz. isterseniz içeride kalıp kendinizle baş başa oturur, düşüncelerinizi düzenlersiniz. belki pencere kenarındaki koltuğa oturup birkaç satır yazarsınız; belki de hiçbir şey yapmazsınız. her iki halde de otel, size bir nefes alacak alan sunar. hayat da biraz otel gibidir. kalıcı olduğunu sandığınız hiçbir şey aslında kalıcı değildir. her şey geçer, her şey değişir. iyi hissetmek, bunu kabul etmekle başlar. bugün sizi yoran her şey, bir süre sonra yerini başka şeylere bırakacak. yeter ki otelin penceresini açmayı unutmayın. biraz hava alın, yeni manzaralara bakın, gerekirse başka bir odaya geçin. kendinizi iyi hissetmek, bazen sadece bulunduğunuz yerden biraz uzaklaşmayı gerektirir. deriz ve bunca çalıştığımız sürenin güzel bir bağlantısını kurarız. o kadar mesai boşa gitmemeliydi elbette. bu imgelemeye kesinlikle ihtiyaç vardı!

    özetle bir şeyler yolunda. daha da yolunda olabilme ihtimali var. şimdilik ser verip sır vermiyorum. eğer güzel bir haber olursa elbette buraya yazmak da, benim bu bloga borcum olsun. 

    en en en kısa zamanda görüşmek dileği ile...


Yorumlar

  1. Blog hesabınıza henüz ulaşmış olmama rağmen pek çok yazınızı okudum, bugün de bu yazı bizi karşıladı. Oteller ve otellerin geçici bir umut olmasıyla ilgili yazdıklarınız çok hoşuma gitti. Hatırlıyorum, 2 sene önce İstanbul'dan Yozgat'a bir iş için gittiğimde kaldığım ilk gece koridorda kendi halinde duran sandalyeye oturmuştum. O sırada kimse yoktu, herkes uyuyordu muhtemelen ve ışıkları da azaltmışlardı. Her otelde verilen şu beyaz naylon terlikleri giymiştim, o terliklerle uzağa gidemeyeceğinizi bilmek ve bunun için kısa mesafede onlarla dolaşmak insana ayrı bir keyif veriyor. O gün o koridordaki gece, pijamaların verdiği ağırlıksız his ve terliklerin her an çıkacakmış gibi olması bana şu an bir şeylerin tekrardan yolunda gidebileceğini hatırlatıyor. Lobide uyuklamaya başladığımda bir görevli gelip iyi olup olmadığımı sormuştu, ben orada hâlâ uyukluyorum ve o kişi bana iyi olup olmadığımı tekrardan soruyor. Ne o ne ben tekrar karşılaşacağız bunu biliyorum. Bazı anların tekrarlanmayacak olmasını bilmek insana garip bir huzur veriyor. Bu tekinsiz durum aynı zamanda insana kendi olma fırsatını da sunuyor bence. Kimsenin olmadığı bir yerde tek başıma oturmaktan çekinirim, sanki o an biri beni görse ayıp bir şey yaptığımı fark edecek çünkü insan o anlarda kendi içine dönebiliyor. İstanbul gibi kalabalık ve pek de güvenli olmayan bir yerde uyumak da benim harcım değil, insan dalamıyor bir kere. Bunları o gün o otelde yapabilmiştim ve otellerin böyle sihirli şeyleri açığa çıkardığını düşünürüm hep. Yazınızın kalan kısımlarıyla ilgili söyleyebilecek pek bir şeyim yok, her geçen gün biraz daha farklılaştığınızı yazılarınızdan anladım yalnızca. Umuyorum giderek memnun bir hal alırsınız, hoş, buna muktedirsiniz de.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

connected2.me rehberi

Merhaba arkadaşlar bugün günlük hayatta işinize çok yarayacak bir rehber ile karşınızdayım. Yalnız mısınız? Sosyal hayatınızda herhangi bir kadını veya erkeği etkileyebilecek yetenekte olduğunuzu düşünmüyor musunuz? Umutsuzluğunuz sizi intihara götürürken son bir durak arayışında mısınız? Neyse ki connected2.me var. Anonim olarak kadınları veya erkekleri kendinize bağlayıp onlarla bir gelecek kurabi.... Tabii ki palavradan ibaret. Bu uygulama kesinlikle ölüm. Kesinlikle psikoloji bozan bir şey. Neyse ki ben size bugün muazzam bir rehber hazırladım. Öncelikle kullanıcı tiplerine şöyle bir göz gezdirelim. -link isteyenler Uygulamanın yüzde doksanlık kısmını oluşturur. Bakmayın öyle anonim falan gözüktüğüne, eğer çirkinseniz herhangi biriyle konuşamazsınız. Özellikle kadın kısmının "bio" adını verdiğimiz açıklama kısımlarında genelde şunlar yer alır; "linksiz gelme." "link atmayana cevap vermiyorum." "linkle veya sesle gel." "kim...

Değişim, değiştirmenin anahtarı mıydı yoksa öyle mi sandım.

Yorgunluğumdan değil, tembelliğimden. Bu kadar sıkıcı, bu kadar moron, bu kadar banel... bir insan davranışından değil kendi hayatımdan bahsediyorum. Sanki az gişe yapmış o güzel filmde yanrollerdeyim (kaan abime selam olsun bi gün ünlü olursan telif öderim). Ne istediğimi bilmedim, ne istemediğimi bildiğim kadar. Kendi hayatımı, karakterimi, yaşamımı sürekli ezip durmak bana da bir şey katmıyor merak etme.. Bir bardak kaynar suyu elim yanmadan pilava dökmek gibi değil yaşamak, aslında benim için sıralarsak bu hayat baya zor.. Mesela bembeyaz bir halı almalı insan, yıllarca kullanmalı.. Sonra da her izin, ne zaman çıktığını hatırlayacağı bir gün olmalı. Belki anıları katlayıp cebimize koyamayız ama en ufak sinyal bile sizi geçmişe götürebilir. Mesela aklıma ne zaman tıp gelse, annemle yaşadığım dişçi maceram gelir. Aslında çok öncesi değil 3-4 yıl ama annem yanımda yok artık. Annemi arayamıyorum. Aslında biliyor musun bazen annemi aramayı çok istiyorum, nasılsın demeyi kendimi ...

oturmaktan sıkılmadım

merhaba arkadaşlar ben yıllarca atölyede çalıştığı yerde artık masa başı çalışan genç.  nasılsınız bakalım. valla ben gayet iyiyim. bu yazıyı yazarken de mesai saatleri içindeyim. siz düşünün. her yaz olduğu gibi aynı yere geldim çalışmaya ve inanılmaz şeylere tanık oluyorum. ilk gün yalova'ya koca koca direkleri indirmeye gönderdiklerinde , bu senenin de amelelik dolu olacağını düşünürken, kendimi aniden teklifleri,siparişleri vb. işleri incelerken bilgisayar başında buldum. post modern anlayışa göre evrak işlerini yapıyorum. ne kadar mutlu olduğumu tartışmaya açık bırakmakla birlikte. böyle bir yerde bu kadar yükselmeyi beklemiyordum. yaşasın cv doldu. onun dışında chp'nin adalet yürüyüşüne şahit oldum dükkanda dururken ve eve gittiğimde daha da şaşırdım. adamlar kampı, türkiye'nin en yobaz en dindar mahallelerinden birisi olan benim mahalleye kurmuşlar. mahalle bir gecede evrim geçirdi herkes laikleşti diyebilirim. ancak terk ettiklerinde yine eski düzene geri dön...